• Bize Ulaşın
  • 0532 445 47 64
  • evrenaksoy@inspira-tr.com
“Köpek ve Efendisi”

Büyük teknoloji dükkanlarına gidin ve orada bir kaç saat geçirin. Laptop satış elemanlarına sorulan soruları dikkatlice dinleyin. “Rami kaç bunun, kaşe belleği kaç peki, internette chat yapabiliyor muyum bunla”… Sonra bu soruları soran adama bir bakın. Sizce ramin ya da kaşe belleğin ne olduğunu bilme şansı nedir? İşte bu markanın oyunudur.

En son Alamet-i Farika demiştik ve marka tecrübesinden bahsederek noktayı koymuştuk.İnsanlara ihtiyacın dayatıldığı bir dünyadayız. Unutmayınız lütfen: KÖPEK, EFENDİ İSTEMEZDİ; EFENDİ KÖPEĞİN DÜNYASINI YIKMASAYDI EĞER.

Teşbihte hata olmaz, okuyanlar siz olduğunuza göre amanın Evren müşteriye köpek dedi gibi safsatalar oluşmaz kolay kolay.

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bundan 20-25 bin yıl önce ortada ne deve ne de berber varken insanoğlunun atası olan mağara adamı aslı kurt olan hayvanı ehlileştirerek köpeğe dönüştürmüş. Günümüzde köpeğin de kedinin de atın da ineğin de tek yaşama şansı insan. Yani bize MUHTAÇ lar. Anladım, diyorsunuz ki bunlar ehlileştirilebilen hayvanlar, peki benim şimdiki memleketimdeki aslanımın, geyiğimin yaban öküzümün bir farkı mı var sanıyorsunuz. Hepsi kocaman kocaman parkların içinde hapis halindeler sonuçta. Oradaki sular kurursa EFENDİ hemen oraya bir yapay göl yapıveriyor, ne olacak ki.

Durum böyleyken insan hayvanlara bunu yapmışken kendi ırkını, vatandaşını, kanını unutur mu hiç. Tabi ki unutmaz. Bunun tarihi de işte tam burada benim şu anda bulunduğum topraklarda başlıyor. İnsanın kendi ırkını köpekler gibi ehlileştirmesine ve efendileşmesine tanık olmuş bu topraklar. Binlerce yıl önce başlamış, sadece birkaç yıl evvel zalimlik kısmı bitmiş. Merak etmeyin şimdi “pazarlama” adı altında hikaye devam ediyor. Kullanılan silah ta, tüfek değil balta değil ama silahın adı “MARKA”.

Liberal demokrasiymiş, insan haklarıymış, İslamcılık veya açılımmış… Bunlar olmazsa satışlar azalabilir, karlar düşebilir ama şu anda tüm insanlığın bağlandığı “ÇOK ÜRET-APTALCA TÜKET” adlı saadet zincirleri devam edecektir. “Delice harcayın, insafsızca tüketin, her şey sizin için” masallarıyla müşterileri, “aman arkadaşlar deli gibi harcayan bu manyaklara istedikleri malları yetiştirelim, verimli olmalıyız” hikayesiyle işçileri ve bütün bu çarkı döndüren teknoloji için bilim adamlarını bu kısır döngüne hapseden pazarlamadır işte. Örnek mi istiyorsunuz. Gidin bakın bakalım iPhone kullanıcılarına, ne kadarını kullanıyorlar telefonun sağladığı teknolojinin. Ama kendi çevrenize bakmayın lütfen. Türkiye’de 4-5%sinizdir sizler. Peki, bu örnek sizi tatmin etmediyse, büyük teknoloji dükkanlarına gidin ve orada bir kaç saat geçirin. Laptop satış elemanlarına sorulan soruları dikkatlice dinleyin. “Rami kaç bunun, kaşe belleği kaç peki, internette chat yapabiliyor muyum bunla”… Sonra bu soruları soran adama bir bakın. Sizce ramin ya da kaşe belleğin ne olduğunu bilme şansı nedir? İşte bu markanın oyunudur. Bülent hocamdan dinlemek isterim açıkçası hikayeleri bir gün, bu ülkenin teknoloji marketleri nasıl televizyon satıyorlar. Daha geçen gün ülkemizin en büyüklerinden birinin kampanyasındaki televizyon dikkatimi çekti o sırada da babam aradı. TV alacaklar emek emek yeniledikleri evlerine. Oğlum 699 TLye inanılmaz fiyat yapmışlar şuna bir bakıver dedi. Size yemin ederim, yaklaşık 10 yıl öncesinin teknolojisi. Ben 2003’te evlendiğimde o yılın en iyi teknolojisiydi bu TVler. 10 yıl sonra hala satılıyor ve hala para kazandırıyor. Neden biliyor musunuz? O TV’yi satan o büyük teknoloji marketler zinciri Türkiye’de güvenilen bir MARKA da ondan. Oyunun adını onlar koyuyor da ondan. Ayrıca hepimizin kaçırdığı önemli bir oyun var. Tüketim çılgınlığı. Sonuçta benim halkım evinin dışına sıva atmaz, tuğlada oturur ama evin içinde 127 cm. düz ekran televizyonu aslanlar gibi duvarda asılıdır. Çözünürlüğüymüş, teknolojisiymiş, akıllısıymış kimin umurunda…

Dünyanın marka yöneticileri olarak insanların keyif alarak, ailece, güle oynaya yaptıkları ne varsa ellerinden alıp yerine bir makine satmaya çalışıyoruz. Nehirde çamaşır yıkamak mı, tüm aile toplanıp yaprak dolma sarmak mı, çocuklarla bahçede, ya da piknikte ağaca asılan portatif potada basket oynamak mi? Hemen bir çamaşır makinesi, hemen bir dolma sarma makinesi ve hemen bir WII verin, evlerinde otursunlar. Kalan zamanda daha çok çalışırlar. Sonra bir üst model çıkarır parayı yine toplarız. İşte biz pazarlamacılar böyle düşünür, Markamızı insanların kafasına çivilemeye çalışırız. Bir çiviledin mi 1,2,3,3S,4,4S,5 diye gider…

Artık onların herşeyleri var mı? Nayır, nolamaz böyle birşey…

Demokrasimizde dolduruşun , pazarlamanın, markaların sonu gelmez. Gelemez. Onlara nehirde çamaşır yıkadıkları nehir manzaralı ev satalım, hatıra diye çocukların hiç görmedikleri basket topu satalım, “oynayacak yerleri mi yok, her taraf beton mu oldu”, tamam işte “dağ başını duman almış” beldesinde burası 2 yıla şehrin merkezi olacak vaadiyle basket potalı ev satalım. Seviyorum mesleğimi…